Pazartesi, Nisan 30, 2012

Keşke Burada Olsaydın..

On gün önce bir akşam yola çıktım. Biraz eski günlerdeki gibiydi aslında: otobüsle en arka koltukta yapılan gece yolculukları. İlk iş kulaklığımı takıp kendimi etrafta olan bitenden soyutlamak istiyordum. Kulaklıklar yerindeydi, ama ne dinleyecektim? Eski günlerdeki gibi bir yolculuğa çıkıyorsam, eski günlerden birkaç şarkı da çağırabilirim, diye düşündüm ve biraz ekrana baktıktan sonra beni çarpan o albüm kapağını gördüm: Takım elbiseli bir adam, takım elbise giydirilmiş ve yanmakta olan bir cansız mankenle el sıkışıyor. Pink Floyd’dan söz ediyorum ve ‘Wish You Were Here’dan.

Albümü elime aldığım ilk günü hatırlıyorum da… Ortaokulun son yılıydı ve arkadaşım Yaman getirmişti dinlemem için. (Sonradan da bana hediye etti zaten albümü veya ben üzerine oturduğum için böyle yapmak zorunda kaldı. Hâlâ da sakladığım birkaç kaset arasında durur. Yaman’dan ve o günlerden harika bir hatıra…) İlk dinlediğimde neye uğradığımı şaşırmış ve hiçbir şeye benzetememiştim albümdeki şarkıları. Sözlerini okuyup anlamaya çalışmak da bir hayli zamanımı almıştı. O kadar çok ve üst üste dinleyince de sevmeye başladım. Özellikle son şarkı ‘Wish You Were Here’ı başa alıp alıp dinliyordum. Uzaktaki bir sevgiliye söyleniyor gibi bir his vardı içimde. O zamanlar dostluk üzerine bu kadar fazla düşüncem yokmuş meğer. İlerleyen zamanlarda, dostluğun ne çok anlama geldiğini anlamaya, düşünmeye ve araştırmaya başladıktan sonra başka kapıları araladı bu şarkı. Başlamışken, sözlerini de aktarayım:
“So, so you think you can tell / Heaven from Hell, / blue skies from pain. / Can you tell a green field from a cold steel rail? / A smile from a veil? / Do you think you can tell? / And did they get you to trade your heroes for ghosts? / Hot ashes for trees? / Hot air for a cool breeze? / Cold comfort for change? / And did you exchange / a walk on part in the war for a lead role in a cage? / How I wish, how I wish you were here. / We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year after year, / Running over the same old ground. / What have you found? The same old fears. / Wish you were here.”

Yolculuk boyunca kaç kez dinlediğimi tam olarak bilmiyorum; ama hayli fazla olduğundan eminim. Aslında bu şarkının şu sıralar beni yeniden yakalamasına da şaşmamak gerek. Bu hafta ile birlikte son üç ayda iki dostu uzaklara göndermiş olduk ve onların daha yakında olmasını istediğimiz/isteyeceğimiz zamanlarda önemli bir artış oldu/olacak; buna hiç şüphe yok. Fakat mekânsal uzaklıkların bizimkiler gibi dostlukları sarsamayacağını düşünüyor ve başka bir konuyu düşünmeye çalışıyorum aslında. Tam da şarkının ortasındaki konuyu: “And did they get you to trade your heroes for ghosts? / Hot ashes for trees? / Hot air for a cool breeze? / Cold comfort for change? / And did you exchange / a walk on part in the war for a lead role in a cage? / How I wish, how I wish you were here.” sözleriyle karşımıza çıkan karşılaştırma benim ilgimi daha çok çekiyor. Pink Floyd’un “ruhu” olduğu söylenen ve bağımlılığı nedeniyle grubun dışında kalan Syd Barrett’a adandığı söylenen bu parçada, Syd’e duyulan özlemin ötesine geçen başka bir şey var: aynı saflarda yer aldığına emin olunan ve ayrı düşülen bir dosttan talep edilen, belki de çaresiz bir anda gereksinim duyulan bir yanıt. Bu yanıtın bir içeriğinin olması bile gerekmiyor aslında; bir yanıt olsun ve biz “savaşın kıyısında yürümeyi demir kafesteki bir başrole tercih ederken” yalnız olmadığımızı bilelim ve dizlerimizdeki dermansızlığı unutalım diye aranan dostça bir söz, bir ses. İnsanı yanlış tercihler yapmaktan koruyacak şeyin dostlar olduğunu bilen birinin içten fısıltısı: “Keşke burada olsaydın.”

Pink Floyd’un 1975’te çıkardığı bu albümden iki yıl önce ‘Dark Side of the Moon’ ile büyük bir üne kavuştuğunu ve ‘Wish You Were Here’da bu şöhretin getirdiği endüstri baskısı ve zorlu seçimleri eleştirdiğini biliyoruz. Albümün son şarkısı ise Syd Barrett’a olduğu kadar, gerçek dinleyicilerine de bir çağrı yapıyor: Dostlar, yanımızda olun/kalın! Zira gerek sistemin baskısından gerekse ışıltılı seçeneklerden kurtulmak; bunlar karşısında temiz kalmak yalnız kalmamak ile mümkün. Dostların vicdanı olmaksızın “doğru” bir varoluşun olanağının kalmadığına işaret ediyor sanki Pink Floyd. (Roger Waters, albüm sonrası bir konuşmasında, konserlere gelen bazı dinleyicilerin “Hangisi Pink?” diye sorduğundan şikâyet ediyor ve bu insanlara müzik yapmanın anlamını sorguluyor mesela.)

Pink Floyd’un ‘Wish You Were Here’ı yapmasından 167 yıl önce, 1808’de, Göthe de Faust’ta temiz kalmanın nasıl da olanaksız hale geldiğini anlatmıştı biraz; insanın ruhunu şeytanın harika tekliflerinden biri karşılığında satması durumunda ne hallere düşeceğini tasarlamıştı. Arzuladığı sınırsız mutluluğu vermesi karşılığında şeytana ruhunu veren Dr. Faust şöyle diyordu şarkısında: 

(Kendi acemi çevirimle aktarıyorum.)
“Özgürlüğüme giden yolda henüz savaşmadım. / Fakat sihri bu yoldan nasıl uzaklaştırabilir, / Öğrendiğim sihirli sözleri tam olarak nasıl unutabilirim ki… / Doğanın karşısında duruyorum, yalnız bir insan / İnsan olmanın bir değeri ve anlamı kalmışsa tabii / Bir insandım ben bir zamanlar; benliğim aramadan önce lanetini / sözlerimle kendime ve dünyaya musallat ettiğim bu laneti. / şimdi hayaletler kapladı her yeri / kimsenin nasıl kaçacağını bilmediği.”

Benliğin sınırsız mutluluk arzusunun bir lanete dönüşmüş olduğunu görmüştü Faust ve artık çok geçti; bir kez ruhunu şeytanın geri çevrilemez teklifi karşılığında satmıştı. Geriye kalan ise (Pink Floyd’un şarkısıyla da ortak bir tema olan) hayaletlerdi. ‘Wish You Were Here’ da benzer bir soruyu dile getiriyordu bu konuda: “kahramanlarını hayaletlerle takas eder misin?” Sanırım yüzyıllardır benzer kapılardan geçip benzer mecralara çıktığımızı itiraf etmemiz gerek.

Benliğin sınırsız mutluluk ve sınırsız seçim özgürlüğü isteği, bizi sadece yalnızlığa sürüklemekle kalmıyor; hayaletlerle de baş başa bırakıyor. Bundan kaçmak için ne yapabileceğimiz ise asıl soru. Sanırım tam da bunun için çağırıyoruz dostları zaman ve mekân tanımaksızın. Eğer böyle dostlara sahipsek ve onlar da varlıklarını bize hissettiriyorlarsa, hâlâ “iyi bir hayat yaşadım” deme şansımız olacak. Hayaletlerle baş başa kaldığımızda ise Göthe’nin Dr. Faust’a hazırladığı son gibi tanrıdan medet umacağız. Oysa bugünlerde tanrının da pek yardımı olmayacak bize. Tanrının ölümünün konuşulduğu bir çağın çocukları olarak, belki de şunu söyleyip duracağız şarkımızın sonunda: Bir dost insanın tanrısıdır artık; keşke burada olsaydın.

---

Not: Blogspot ne yazık ki kullanıcı arayüzünü değiştirmiş. Yazdıklarımı doğru biçimde görüntüleyebilmeniz için elimden gelen çabayı harcadım; ama gözümden kaçan bazı aksaklıklar da olabilir. Suçu yeni arayüze atar, sevgiler sunarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder