Salı, Mayıs 08, 2012

“Her Şey Yolunda!”: Ahmaklığa Övgü


Günler öncesinden, bu hafta size bir filmden söz etmeye karar vermiştim. Perşembe günü izlediğim bu filmi kafamda döndürüp duruyor; üzerine neler söylenebileceğini araştırıyordum keyifle. Derken günlerden cumartesi oldu ve biraz eğlenmek amacıyla bir film izlemeye başladım. İşte o film bugünün konusu oluverdi. Size “3 Idiots / Üç Ahmak”tan söz etmek istiyorum bugün. Şöyle kolay izlenebilir ve komik bir film izlemek için koltuğa oturunca, seçiminizi pantolonları dizlerine kadar inmiş üç kafadarın afişte göründüğü filmden yana kullanıyorsunuz hemen. Ardından da karşınıza basit, ama sapasağlam sorular soran bir komedi çıkıyor. 

(Film, bu “sıkı komedi” niteliğinin karşılığını Hindistan dışında en çok izlenen Bollywood filmi olarak almış. Buralarda vizyona girip girmediğinden hiç haberim olmadı; ama NY Times ve benzeri birçok yerde hakkında çok iyi değerlendirmeler yazılmış.)

Konu şu kısaca: Hindistan’daki bir numaralı mühendislik okulunda (veya teknoloji enstitüsünde) okuyan üç kafadar (Ranço, Farhan ve Raju), tüm güçleri ve sorularıyla gerçek biri olabilmek için çırpınıyorlar. En büyük sorunları ise aslında mühendis olmayı isteyip istemedikleri. Dahası okulun (ve dekanının) onların sürekli rekabet ederek birbirinin üstüne basan itaatkâr insanlardan biri olması gerektiği konusundaki baskılarıyla da mücadele etmeleri gerekiyor. Kafadarların öyküsünü hem geçmişte, üniversite yıllarında hem de şimdiki zamanda geçen bir yolculukta izliyoruz. Dolayısıyla pantolonu düşen üç salaktan ziyade, kişiliğini arayan genç adamlarla karşı karşıya kalıyoruz.

İyi de, afişte pantolonlar neden aşağıda? Sorunun yanıtı, “gelenek yüzünden”. Üçlünün gittikleri mühendislik okulunun geleneği gereği, çömezler okulun ilk gününde son sınıflara kendilerini sunuyor ve kaba etlerine birer damga yiyorlar. Geleneği olan iki ayrı okulda uzun yılla geçiren biri olarak hiç de şaşırmadım bu sahneyi gördüğümde. Zira ortaokulun ilk günlerinde öğlen yemek sırasının nasıl dışında kaldığımı ve spor sahalarından nasıl hiçbir şey söylemeden çıkmak zorunda olduğumu iyi hatırlıyorum. Üniversitenin ilk yılında da birbiriyle okulun ortasında yastık savaşı yapan altmış-yetmiş yaş grubu insanlarla karşılaşmış, gülerek izlemiştim. Malumunuz, tüm bunlar gelenek adına yapılıyor veya kabulleniliyordu. Filme ilişkin bir ayrıntıyı da atlamayayım: Ranço bu aşağılayıcı geleneğin gereğini yerine getirmeyip yaratıcı ve mühendis işi bir çözüm buluyor. (Mühendisliğin hakkını veren Ranço kardeşimizin, derslerde de birbirinden güzel incileri var. Özellikle mühendislere tavsiye ederim.)

Sözü fazla uzattım aslında. Film üzerinden söylenebilecek, konuşulabilecek pek çok tema var. Fakat ben bir noktayı fazlasıyla önemli buluyorum. Bu arkadaşlar neden “ahmak” olarak anılıyorlar? Çünkü özgürlüklerine düşkünler ve kendi tercihlerini yapmaya çalışmak gibi bir kaygıları var. Bu hiç kolay bir duruş olmadığı gibi, Hindistan gibi sınıfsal ayrımların son derece keskin ve yakıcı olduğu bir yerde tam anlamıyla bir cesaret işi. İşte bu cesaretleri (veya cesur olma gayretleri) bizim kafadarlara “ahmak” denmesine neden oluyor; çünkü bunu söyleyenler itaatkârlıkları ve ezberledikleri kitap cümleleri sayesinde çok para kazanarak “adam” olacaklarını düşünüyorlar. Böyle bir normalliğin dışı ise olsa olsa ahmaklara ait sayılır zaten.

Politika üzerine düşünen, ama eğitim alanında çalışan biri olarak fazlasıyla etkilendiğimi ifade etmem gerek. Zira her gün karşılaştığım öğrencilerdeki kariyer hırsı ve her şeyi not ve dolayısıyla belgelenebilecek bir başarı için araçsallaştırabilme cüreti ve kapasitesi öyle çarpıcı ki… Ayrıca son üç yılda ara sıra (kendi mezun olduğum okul BAL da dâhil) çeşitli liselere gidip öğrencilerle uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimine ilişkin konuşmalar yapıyorum. Sorular öncelikli soru ne kadar maaş aldığım ve hangi sıklıkla yurtdışına seyahat ettiğimle ilgili oluyor. Öğrenciler üniversitedeki hocalardan diploma talep ediyorlar. Kısacası, bizler onların para ve statü kazanması için kapıları tutmuş gardiyanlarız; üniversiteler ise bu amaçlar için kurulmuş araçlar. Ne yürütülen tartışmaların, ne üretilen ve öğretilen bilginin bir anlamı var; önemli olan çıkışta sertifika/diploma verilip verilmediği. Bu durum birçok üniversite hocası tarafından da normal karşılanıyor. İnsanlar buna şaşırmayı bile bir kenara bırakmış; kanıksamışlar. Böyle bir durumda da, işleyişin sorunlarını gören ve onu sorgulayan ve değiştirmeye çalışanları tarif edebilecek tek bir sözcük kalıyor geriye: ahmaklık.

Bizim ahmaklar, diğer zeki arkadaşlarından farklı olarak, kitap cümlelerini ezberlemedikleri ve kendileriyle birlikte çevrelerini de değiştirmeye niyetli olduklarından birçok sorunla da karşı karşıya geliyorlar doğal olarak. İçinden çıkılamaz gibi görünen durumlarda ise Ranço’nun bir alışkanlığını birlikte tekrarlıyor, ellerini kalplerinin üzerine koyarak “Her şey yolunda” diyorlar. (Hint İngilizcesindeki biçimi de şöyle: “Aal Izz Well.”) Bir sorunla karşı karşıayken her şeyin yolunda olduğunu söylemek, tam da ahmaklara özgü bir davranış gibi görünebilir ilk bakışta. Fakat bu öyle önemli bir ritüel ki… Bir şeyler ters giderken her şeyin yolunda olduğunu söylemek, bu sorunu görmezden gelmeyi değil; daha ziyade o sorunun gündelik yaşamın bir parçası olduğunu kabullenmeyi sağlıyor sanki. Sorunların üstesinden gelmek, işte böyle bir bakış açısıyla daha da mümkün oluyor.

Başlangıçta okulların sahip oldukları gelenekten söz etmiştim. Filmdeki mühendislik okulunun hırslı dekanı, açılışta ahmaklıkla zekiliği tarif eden bir örnek veriyor ve güçlüler ile zayıfları birbirinden ayırıyordu. Söz konusu zihniyet, bu kurumun geleneği halini almıştı hâlihazırda. Ben bu örneği anlatmak yerine, kendi öykümü anlatacağım. Siyasal’da girdiğim ilk derslerden biri Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi’ydi ve o zamanlar Faruk Alpkaya tarafından veriliyordu. Birçok okulda korkunç bir müfredat zihniyetiyle yürütülen ve Ermeni soykırımının inkârına odaklanan bu “YÖK dersi”, SBF’de ortaöğretimin kötü izlerini silmenin bir aracına dönüşmüştü. Faruk Hoca derse şöyle bir anlatı ile başlamıştı: “Arkadaşlar, sizler birer inek olarak dünyaya geldiniz. (SBF mezunları “inek” olarak anılırlar.) Sonra okula başladınız ve sizi yavaş yavaş birbiriyle aynı boyda sosisler haline getirdiler. Şimdi bizim işimiz, sizleri yeniden birer inek yapmak için uğraşmak.” Yeni bir yaşamın mümkün olduğunu düşünmeye başlamak için çok iyi bir çıkış noktası olmuştu Faruk Hoca’nın bu konuşması. Ne kadar önemli bir iş yapmış olduğunu şimdilerde çok daha iyi anlıyorum.

İster “ahmaklık”, isterse de “ineklik” olarak adlandırılsın; insanın kendi yaşamına bir anlam vermesi o yaşamın hakkını vermesi anlamına geliyor işte. Herkesin gözünü paranın ve statünün bürüdüğü bugünlerde (Arendt böyle dönemlere “Karanlık Zamanlar’ diyor mesela; ne de güzel söylüyor.), ahmak olmak ve kendine “her şey yolunda” diyebilmek büyük bir ayrıcalık gibi görünüyor benim gözüme. Ne mutlu ahmak olana öyleyse; ne mutlu ahmaklığı kendine şiar edinebilene…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder