Cuma, Aralık 25, 2009

Kimsenin Yazmıyor Oluşu

Kimsenin yazmıyor oluşunu nasıl yorumlamalıyım acaba? Yazım blogu aşağıya mı çekti? Moraller mi bozuldu? Yoksa zaten 'kimse ne yazıyor, ne de okuyor' mu?

İzmir pek keyifsiz.

Pazar, Aralık 20, 2009

Zor...

Karşılaştırmada sözü edilenleri anlamak kolay; karşılaştırılanları bulmak ve içlerinden bir seçim yapabilmek zor. Hayatta bir şeyleri istemek kolay; bunları almak/kazanmak zor. Cesaret etmek (bile), yaşamına birilerini katmak (bile), birilerinin yaşamına dahil olmak (bile) kolay; bu eylemi sürdürmek ise (öyle) zor. Seçmek, yapmak ve sürdürmek çok zor.
İngilizce’deki bir sözcük, ‘significance’, bana çok ilgi çekici geliyor. Anlamı, ‘değer’, ‘anlam’/‘mana’, ‘önem’. Aynı sözcükte bu kadar fazla anlam, bu kadar yük… Şöyle der gibi: Anlamı olan şey önemlidir, değerlidir, önemsenmelidir; önemsiz şeyler ise anlamdan ve değerden yoksun olanlardır. (Buradaki anlam, ‘meaning’den farklı tabii ki. Zira her sözcüğün bir anlamı [meaning] var; ama ya ‘manası’ [significance]?)
‘Significance’ın içinde kullanıldığı bazı kalıplar da bulmak mümkün: ‘significant others’ veya ‘the man without significance’ gibi. Bunlardan ikincisi benim ilgimi çekmekte tabii ki; çünkü her şeyden önce politika felsefesi içinde bir anlama sahip. Özellikle insanlar arasında değer yaratmak bakımından bir fark olduğunu düşünen, değer yaratıma ve kendi eylemlerinin/sözlerinin efendisi olma niteliklerine sahip olarak yaşayan insanlarla, bunlara sahip olmayanlar arasında hiyerarşik bir ayrımdan söz eden Platon ve Nietzsche gibi düşünürler söz konusu olduğunda ‘the man without significance’, fazlasıyla politik bir anlama bürünüyor. İyi de, politika ile gündelik yaşam ayrılabilir mi? Bunların arasındaki mesafe pek mi fazladır? Hiç sanmıyorum.
Ben, yine de, politik anlamdan biraz daha sıyrılarak düşünmeye çalışayım. Kimdir bizim hayatlarımızda ‘önemsiz ve anlamsız’ olan(lar); onlara nasıl davranırız? Daha da önemlisi, aslında bizim yaşamımız içinde olduklarından söz edilebilir mi bu insanların? (Nietzsche, daha da ileri giderek, onların bizimle aynı türden insanlar olup olmadıklarını soracaktır elbet.) Varlıkları da yoklukları da etkilemez bizi. Yaşam olduğu, aktığı gibi sürer. Ya biz başka insanların yaşamında ‘anlamdan ve önemden yoksun’ olarak yer aldığımızı fark edersek? Ya pek değerli bulduğumuz bir yaşamda, varlığımız ile yokluğumuz arasında hiçbir fark yoksa gerçekte?
Başta da yazmıştım ya… Zor… Zor… Zor…

Perşembe, Aralık 17, 2009

karşılaştırma

0(sıfır) > keyif aldığın bir işe gitmek > keyif aldığın bir okula gitmek > normal bir işe gitmek > normal bir okula gitmek > keyif almadığın bir okula gitmek > keyif almadığın bir işe gitmek > askere gitmek > -∞ > nöbet tuttuğun gün askere gitmek (veya erbaş için nöbete gitmek)

Perşembe, Aralık 10, 2009

bobiler


severek takip ettiğimiz bobiler.org sitesinde şehit cenazesi, kürt açılımı, minare yasağı vb. konulu popülist ve milliyetçi monte sayısı artarken monte kalitesinin düşmesi üzüyor, soğutuyor... bir yandan da önümüzü görüyoruz... her tarafta işgale devam.

eskilerden güldüren bir iki monte:






Pazartesi, Aralık 07, 2009

ilyasova'nın faul sorunu üzerine

nba'de sezon sürerken takımlar 18-22 arası maç yapmış bulunmakta...

Temsilcilerden Ersan İlyasova da takımı ile 19 maça çıkmış durumda. Bu maçlardan 11inde ilk beşte yer bulurken, Ersan rotasyondaki yerini iyice belli etmeye başladı. Bu gelişmeleri takip ederken bir yandan da Ersan'ın ilk nba denemesinde de yaşadığı faul problemlerini yaşadığını görmek açıkçası beni üzmekte... Çünkü benim de izlemekten çok keyif aldığım tarzda, sahanın her yerinde bir şeyler yapmaya çalışan, yaptıklarını sahaya yayarak pis işlere de burnunu sokan bir basketbol oynuyor Ersan.

Daha maç sayısı 19 iken, yani nba şartlarında az sayıda performans sergilenmişken, istatistiksel bir değerlendirme yapmak yanlıştır biliyorum ama, sadece meraktan Ersan'ın faul problemi ile ilgili minik bir çalışma yaptım ve paylaşmak istedim...

Öncelikle çok kabaca bahsetmek gerekirse 19 maçın 11ine ilk beş başlayan adamımız, efficiency ortalamasında +14,21 ile takımda yıldız bogut ve beklenmeyen yetenek jennings'in arkasından ikinci sırada. Bunun haricinde ortalama 23.3 dakika sahada kalan Ersan, 11,2 sayı, 2,3'ü ofansif (nba genelinde 35.) ve 5,0'ı defansif (nba genelinde 43.) olmak üzere 7,3 rebound (nba genelinde 36.), 1,3 asist, 0,8 top çalma, 0,4 blok 1,11 top kaybı ve 3,58 faul ortalamalarıyla oynuyor. Atış yüzdeleri de %45,2 saha içi isabet, %34,4 üç sayı ve %76,9 serbest atış.

Hemen göze çarptığı gibi, Ersan normal sayılabilecek faul ortalamasını, diğer ortalamalarının aksine oyunun geneline iyi yayamadığı için faul problemi yaşamakta ve sahada kaldığı dakikalar azalmakta. Bu sorunun ersan'ın oyununu kötü etkileyeceği ve rakamlarını aşağı çekeceği aşikar, ancak ben bu kötü etkinin ne ölçüde olduğunu merak ettim...

Ersan'ın 5 ve üzeri faul aldığı maçlara bakınca, adamımızın sahada 19 dakika kaldığını, 9,2 sayı, 4,8 rebound ve bir diğer dikkat çekici istatistik 1,8 top kaybı ile oynadığını görüyoruz. Bunun aksi durumda yani 4 ve altı faul aldığı durumlarda 24,79 dakika sahada kalan ersan, 11,86 sayı, 8,21 rebound ve 0,86 top kaybı ile oynamış. Adamımızın ortalamasının altına inip 3 ve altı faul aldığı maçlara bakarsak 22,56 dakikada, 10,00 sayı, 7,56 rebound ve 0,33 top kaybı ile oynadığını görüyoruz.

Bana göre bu istatistiklerde çeşitli sürprizler var. Birincisi Ersan'ın oyun içinde kaldığı dakika, aldığı faul sayısıyla doğru orantılı gözükmüyor. İkincisi ve asıl ilginç olanı ersan'ın aldığı faul sayısı fazlalaştıkça ve dolayısıyla oyunda kaldığı süre (nispeten) azalınca yaptığı top kaybı sayısı artmakta.

Nacizane yorumum şu yöndedir: "yüksek motivasyon" -bana göre- en önemli özelliği olan İlyasova, faul problemi yaşayıp kenara alındığında, bu motivasyonu telaşa dönüştürmekte ve bu da oyununu epey kötü yönde etkilemekte. Faul yapmamaya konsantre olduğu zamanlarda, telaş yüzünden top kaybı sayısı artmakta ve diğer istatistikleri de kötü etkilenmekte. Ayrıca, izlediğim maçlarda oyunun verimsiz oynandığı bölümlerde de Ersan'ın bir şeyler yapma telaşının arttığını ve hatalar yaptığını gözlemlemekteyim. Bu durum da düşük faul rakamlarında bile sahada kaldığı zamanı pek değiştirmemekte. Ersan'ın ilk 5te yer almaya başladığı ve 4 altı faul serisi yakaladığı 11-28 kasım arasındaki maçlara veya kısmi olarak milli takım performanslarına bakarsak, Ersan'ın motivasyonunu iyi yönettiği maçlardaki performans artışını daha net görebiliriz.

Umarım Ersan ilerleyen günlerde yüksek motivasyon özelliğini kaybetmemekle birlikte, telaşe durumunu azaltarak bu en önemli özelliğini daha iyi yönetmeyi öğrenir. Bana göre bu durumda Ersan yaklaşık 30-35 dakika sahada kalacak, istatistiklerini ve takıma katkısını %25 -40 civarı geliştirecektir. Hatta uzun vadede diğer temsilcilerimiz gibi sözde "all around" oyuncu değil gerçek bir "all around" oyuncu olabilecektir.

Ha unuttum sanılmasın, ersan'ın en kuvvetli olduğu istatistik "rebounds/48 minutes"dir ve bu alanda 15,11 ile nba genelinde 13.'dür. Yazıdan tatmin olmayanlar bu istatistik ışığında bir daha düşünebilir. Bu istatistik de faul sorunu ile yine aynı paralelde salınmaktadır. Ancak böyle bir analizde 48 dakikalık istatistiklere de girersem işin ucu iyice kaçar, hadi oradan verimli rebound istatistiklerine de bak falan derken çok zaman kaybı olur diye düşündüm. Ben anlayacağımı anladığımı düşünüyorum. umarım doğru ve yararlı şekilde aktarabilmişimdir.

Pazartesi, Kasım 30, 2009

"felan"

"3000-4000 felan" dan sonraki gözlerin aldığı inanılmaz "felan" ifadesidir.
saygı duydum.



Ekibin tüm çalışmaları için

How I Met Your Mother'ın önlenemeyen düşüşü!

İflah olmaz bir How I met Your Mother (HIMYM) izleyicisi olarak şu günlerde biraz dertliyim. Dördüncü sezonun ortalarında yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlayan bayma emareleri, sezon sonlarına doğru Stella'nın dönüşü ve Barney-Robin aşkının giderek alevlenmesi sayesinde aşılmıştı. Ted'in yaşamında gerçekleşen köklü değişiklik de pek şahane olmuştu. Üniversitede ders vererek yeni bir yaşama başlayan Ted, en sonunda anneyi bulacaktı; biz de anneyi (en sonunda) tanıyabilecektik. Stella'nın "I'm sure she's coming as fast as she can." cümlesi hala kulaklarımda. (Hatta benim hayatımda da pek büyük bir anlamı vardır bu konuşmanın. Sanki bana söylüyormuş gibi hissetmiştim izlerken. Sonradan haklı bile çıktı.) Ted'in yaşadıklarının üzerine Barney-Robin ilişkisinin gerçeklik kazanması da yeni sezona tempo katacak, diye ümit ediyordum.

İşte beşinci sezon böyle bir beklentiyle başladı benim açımdan. Ted merkezli, Barney-Robin destekli ve Lily-Marshall eğlencesiyle renklenmiş bir dizi olacaktı HIMYM. Sezonun başlamasıyla bir de baktık ki, Ted ile ilgili olan bölümler giderek azaldı; bizim asıl peşinde olduğumuz hikaye Robin ve Barney arasındaki ilişkinin gölgesinde kaldı. İşleri daha da kötüleştiren, Barney ve Robin'in pek kötü bir çift olması oldu bana göre. Asıl meseleden de, eğlenceden de biraz uzaklaştık. Ted'in hayatının kadınıyla karşılaşmasının peşinde olduğıumuzu hatırlayan var mı?

Son bölümlerde Barney-Robin ikilisinden kurtulduk gerçi. Yine de bu, dokuzuncu bölümün izlediğimiz en sevimsiz Thanksgiving bölümü olmasının önüne geçemedi. Tabii bu düşüşün nedeni, dördüncü sezon ile birlikte tüm bölümleri Carter Bays ve Craig Thomas'ın yazmaması ve yazar kadrosunun giderek genişlemesi olabilir. Umarım Bays ve Thomas sazı ellerine alırlar ve işler Ted'e ve iyiye doğru gider/döner.

faideli

http://furoshiki.com/
techniques kısmında faydalı yöntemler var...
arkadaşın facebook sayfasından araktır.

merak ediyorum

çok sınırlı sayıda ve verimsiz bir şekilde okuduğum klasik rus yazarların kitaplarında bahsi geçen, 15-16 yaşlarında, bir yandan elinde tuttuğu oyuncak bebeğin saçlarını tarayıp ona elbiseler dikip saklambaç vs. oynayıp çocukça tavırlar sergilerken, bir yandan da balolarda 25-30 yaşlarında koca koca adamlara kur yapıp son derece yetişkin tavırlar içinde konuşmalar yapan o 1. dünya savaşı dönemi burjuva kızlarının ruh hali nasıl olmuş da 100 yıl içinde bu kadar değişmiştir? yoksa hala aynıdır da ben mi anlamıyorum?

milli NBA

2 veya 3 yıl önce... NTV'de Utah-hödöhödö maçını izliyorum... Deron Williams, genç yetenek, coşuyor coşturuyor. Utah o zamanlar nispeten keyifli basketbol oynuyor. Ne güzeldir ki Boozer her zamanki gibi sakat (mı acaba?), o herifin stresini yaşamıyorum maç boyunca... Memo'nun gecesi olmadığı ortada. Pek sahada bile kalamıyor. Olsun olur öyle. Utah güzel bir galibiyet alıyor. Gecenin bilmemkaçında keyifle yatağa giriyorum. Ertesi gün nba.com'dan rutin istatistik takibimi yapıyorum. Hatırladığım kadarıyla Memo'nun 11 civarı sayısı, 3 reboundu, 5 faulu var. 6 top kaybıyla da double doubla'a göz kırpıyor...

Belirtmek mecburiyeti hissediyorum, 82 maçlık sezonda bu tip performanslar bence dünyanın en doğal durumu. Oyuncunun fiziksel, psikolojik yorgunluk durumu haricinde, o geceki eşleşmesi, karşı takımın konsantrasyon durumu ve sayılabilecek daha onlarca faktör eşliğinde kötü performanslar gayet tabii durumlar.

Neyse, daha sonra avrupa basketbolunu ve türkiye ligini günlük takip etmek için kullandığım www.turkbasket.com sitesini açıyorum ve artık görmekten bıktığım o koca başlıklardan birini görüyorum: kırmızı siyah yana söne "Memo attı Utah kazandı"... Siteyi kapatıyorum ve bir daha açmıyorum. Selamet versin... Acaba site hala yaşıyor mudur?

Asıl gelmek istediğim konu, 09-10 sezonu başladığından beri severek takip ettiğim "ntvmsnbc" uzantısı "ntvspor" sitesinde kenardan göz kırpan haber başlıklarının bana verdiği ciddi rahatsızlık. Başlıklar muhtelif: Milwaukee'ye Ersan da yetmedi, Hido da kurtaramadı, Memo'nun gecesi, vs. vs. ... Yahu, neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz? beni ve benim gibileri soğutmaktan başka ne yapmaya çalışıyorsunuz? Oyuncularımızın başarısı zaten aldıkları başarılarla, performanslarıyla sabitken, ne biliyim, birinde şampiyonluk yüzüğü, birinde Kobe'ye koyduğu o efsane bloğun hazzı ve sayılabilecek daha bir sürü başarı ortadayken, bu heriflerin 10 sayıyı aştığı her maç onları kahraman ilan edince elinize ne geçiyor?

Neyse bu sinirli halimle çok daha fazla saçmalayabilirim, ama asıl konuya dönersek ben bu "ENTERASAN, gerçekdışı NBA manşetleri" durumunun yıllardır farketmeden kurumsallaşan bir medyadik tavır olduğunu düşünmeye başladım. Son yıllarda yükselişini sessizce takip ettiğim sosyal faşizm ve ucuz milliyetçiliğin, yılların klişesi türk ezikliği ile birleşerek oluşturduğu bu kahramanlaştırma halini, ntv uzantısı bir yayın kuruluşunda bu kadar sık ve yoğun şekilde görmek beni zaten çok rahatsız etmekte... Ama benim iki kuruşluk basketbol zevkimi da işgal ettikleri zaman iyice deliriyorum... Genelde sakin tavrımla, az önce bahsettiğim durumu "konunun devamlı ve ilgili takipçisi değilim" düşüncesiyle sineye çekerken, basketbol gibi sevdiğim ve elimden geldiği kadar takip ettiğim bir alana tecavüz edilmesi kulaklarımda bir titreme ile başlayan delirme haline sebep oluyor. Zaten özellikle Murat Kosova'nın o milli gazla "Şişevski şişti"(?) gibi trajikomik yorumlarına maruz kaldığım zamanlarda ntv kaynaklı medya ürünlerinden soğuyorum, bir de internet kaynaklı bu ezik yorumları görmek beni iyice umutsuzlaştırıyor.

Bir gün ntvmsnbc veya ntvspor sitelerini de bir daha açmamak üzere kapamanın korkusunu yaşamaktayım. O zaman hangi haber sitesini takip edeceğim de tam bir muamma. Benim için ciddi sıkıntı yaratan bir durum...

P.S. NBA'de performans sergileyen t.c. vatandaşı oyuncuların başarılarını küçük görmüş gibi göründüğüm ve gerekli yeterlilikte değerlendirme yapamadığım için özür. Ama konu onların dışında gelişmekte zaten.

?

Do you think we can make it?