Perşembe, Mayıs 26, 2011

"Boğaz'ın Boasları" Bize Pek Yabancı..

Galatasaray Terim'le anlaştı.. Yine.. Umarım işler iyi gider de, yine acı çekmeyiz futbol izleyelim derken. Fakat olması gereken böyle bir şey miydi, diye sormadan da edemiyorum.

Bugün Uğur Vardan çok güzel bir yazı yazmış Radikal'e: "Oysa ihtiyacımız olan Boğaz'ın Boasları". Morinho'nun asistanı olarak başladığı kariyerine Porto'yu UEFA şampiyonu yaparak devam eden 1977 doğumlu Andre Villas-Boas'tan söz ediyor ve ekliyor: Porto, Morinho'nun peşine düşmek yerine, yeni isimler aramak ve yetiştirmek gerektiği üzerinde duruyor ve ekliyor: "Gönül isterdi ki, Terim bildik sulara sıkışıp kalmasın, ya Avrupa’da yeni meydan okumalara soyunsun, olmadı hazır ‘Büyük bir camianın takımı’nı tekrar revize etmeye soyunmasın, yepyeni bir takım alsın, kendisini orada sınasın, ekolünü, üslubunu o yeni takımda bir kez daha yeniden yaratsın ve bu türden sınavlarla kendisine ve futbol camiasına özgüven aşılasın, geçmişinde de asistan yetiştirmiş olsun ve yetiştirdikleri Galatasaray’da ya da başka takımlarda farklı ve taze rüzgârlar estirsin… Ama gelinen noktada, bu saydıklarımı bir ütopya olarak algılayacak ve ‘Üçüncü Terim dönemi’nin gerçekleriyle yaşayıp gideceğiz anlaşılan…"

Niyetim Vardan'ın yazısını burada yeniden yazmak değil elbette. İsteyen açar, okur zaten. Fakat aklıma gelen başka bir şey var: Ne bugün Avrupa'nın en "acayip" teknik adamı Morinho, ne MANU'yu ben o takımın adını öğrendiğimden beri çalıştıran Alex Ferguson, ne de Boas çok pırıltılı futbol oyunculuğu kariyerlerine sahipler. Sahip oldukları, yapabildikleri şey ise futbolun nasıl anlaşılabileceğini, nasıl yorumlanabileceğini ve yönetilebileceğini kavrayabilmiş olmak. Tabii ki, hem saha içinde hem de saha dışında bu işi başarıyla yapabilmiş örnekler var. Buna karşılık, bana öyle geliyor ki, artık futbola uzaktan da bakabilen, saha içindeki durumları 'oranın havasını bilme'nin ötesinde 'uzaktan değerlendirerek' bir düşünce ve yönetim ortaya koyabilen kişiler artık futbolun ve başka takım sporlarının kilit isimleri haline geliyorlar.

Bu düşüncemin arkasında izlediğim oyundan ne anladığım kadar, Arendt'in Kant okumasında söz ettiği bir düşünce yatıyor aslında. Burada Arendt "actor" ve spectator" arasındaki ayrıma dikkat çekerek, olayın içerisinde "eyleyen" olarak yer alan "actor"ın, konumu gereği gözen kaçıracağı şeyler olduğunu ve bu nedenle olayların anlamının ancak onları dışarıdan gözleyen ve soğuk kanlılıkla değerlendirebilen "spectator" tarafından doğru biçimde saptanabileceğini söyliüyor. Devir "spectator"ların futbolun anlamını yeniden saptama devri midir? Bunu daha uzun süre futbol izledikten, her şey olup bittikten sonra göreceğiz. Keşke Türkiye'de de böyle (mesela Abdullah Avcı gibi) futbol figürlerine, "spectator"lara sahip olsak..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder