Pazar, Ağustos 28, 2011

Hayaller Sahnesi'nde pazar düş(ünce)leri

Bu yıl genel olarak fazlasıyla sıkıntılı geçti benim için. Sadece kişisel meseleler yüzünden de değil üstelik. Uğraşılması gereken kişisel şeyler ikinci planda kaldığı gibi, öne çıktığında da yaşamın ve politikanın gündeminden bir kaçış gibi iş gördü. Seçimdi, gözaltılardı derken yaşam diencim giderek düşmeye; sabah haberleri okumak, akşam eve gittiğimde ana haber bültenlerine maruz kalmak tam bir işkenceye dönüşmeye başlamıştı. Sonra Haziran geldi ve Tübingen hazırlıklarına hız vermem, koşturmanın içine girmem gerekti. Ben de o koşturmanın arasında bir karar verdim: Tübingen'e gidince Türkiye'yle ilgili haberleri takip etmeyecek; böylece üç ay boyunca zihnimi nadasa bırakacaktım. Kararımın tek istisnası ise spor haberleri ve transfer geyikleri olacaktı.

Yaşamın en harika tarafı karşımıza beklenmedik sürprizlerle dikilmesidir, diye düşünürüm her zaman. Yolculuğa çıkmak falan da aslında kendini bu olumsallığa, bu sürprizlere açık hale getirmeye; yaşamına biraz daha renk katmaya yarar. Tabii ki sürpriz dediğinin her zaman güzel şeyler getirmediğini akılda tutmak koşuluyla.. Almanya'ya yola çıktığımdan bu yana başıma gelen tüm olumlu sürprizler karşısında, Türkiye yine benim planlarımla dalga geçercesine yaptı yapacağını. Yola çıktığım gün futbolda şike soruşturması başladı ve önümüzdeki uzun bir zaman Türkiye'deki futboldan alacağım keyfi aldı götürdü. Bir süre kararıma uymayı ve NtvSpor'un haberlerini takip etmeyi denedim. Bir de baktım ki, politika haberlerine taş çıkarır biçimde kefimi kaçırıyor bu durum. Federasyonun önce sıçması, sonra sıvamasının ardından Türkiye futbolundan da elimi ayağımı çekmeye ve Galatasaraylılığımı ikinci plana itip dünya futbolundan zevk almaya karar verdim. Tek umudum İspanya veya İngiltere'de de bir şike soruşturmasının başlamamasıydı. İspanya'daki bir haftalık greve rağmen, Süper Kupa falan derken bu haftasonu ilk kez ayaklarımı uzatıp önce 5-1 biten Tottenham-Manchester City maçını, sonra da Manchester United-Arsenal maçını izledim. İkinci maç 8-2'lik skorla ve yukarıdaki fotoğrafla bitti.

ManU-Arsenal maçının bitiminde Hayaller Sahnesi Old Trafford'da herkes ayaktaydı; alkışlıyordu. "Herkes" diyorum; çünkü suratı ağlamaklı, maç boyunca dövünen Arsenal taraftarları da buna dahildi. Futbolcular koçarak soyunma odasına gitmediler. İki takım da taraftarlarını selamladılar; alkışladılar. Celaleddin Cerrah hazretleri maçı izlediyse, Arsenal taraftarını stada hangi densiz valinin ve emniyet müdürünün soktuğunu düşünmüştür. Federasyon başkanı da İngiltere'de ne kadar çok dekoder satıldığına göz atmıştır herhalde internetten: "Bir dekoderden yıllık 100 Sterlin kâr etse bu yayıncı, kendi cebine milyonlarca bizim cebimize de nerden baksan bir o kadar sterlin koyar." Yaşamla futbolun ortaklaştığı noktalardan biri sürprizlere ve olumsallıklara açıklıksa eğer, bir diğeri de bazı insanların gerçek ve özgür yaşamın ne demek olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaklarıdır herhalde. İşte bizim oralarda o insanlardan çok, güzel/mutlu sürprizlerden ise pek az var.

Tanıl Bora geçen haftalarda yazdığı yazılardan birinde, Türkiye ligleri üzerine yaptığı değerlendirmelere nokta koyduğunu "borsaya bildirmiş" ve "futbol sevgisinin kendisi için lige verilmiş uzun bir ara" olduğunu belirtmişti. Tanıl Hoca Bundesliga'ya odaklamıştır şimdi kendisini. Bu yıl birçok şey öğreniriz Bundesliga'yla ilgili; bol bol da gülümseriz yazılarını okurken. Benim için de futbolu sevmek ancak birbirini alkışlayan taraftar ve futbolcuları izleyebileceğim, maçtan sonra soyunma odasına kaçmak yerine birbirinin elini sıkan futbolcuların olduğu, alışveriş merkezi yapmak adına mabedlerini yıkmayan takımlara sahip ligleri takip ederek mümkün olacak bundan sonra. Bir zamanlar Galatasaray gol attığında tüm sokak bizim evden alırdı haberi. Artık ne Ali Sami Yen var ortada, ne de gerçek bir Türkiye ligi. Bize kalan yüzyılı deviren Hayaller Sahnesi'nde neler olduğunu, Camp Nou'nun renklerini, çimlerinde külleriyle ve Kop'uyla Anfield Road'u seyretmek bundan sonra.

Eduardo Galleano "Bir insan yaşamı boyunca karısını, dinini veya oy verdiği politik partiyi değiştirebilir; ama desteklediği futbol takımını asla.." derken ne kadar haklıydı aslında. Fakat biz de Ece Ayhan'a göz kırparak bir karşılık verebiliriz belki bu futbol bilgesine: "Ey takımlarıyla birlikte yiten ligler / Ve bağlı stadlardır! ki unutulmasın / Aslında takımlar terk etmektedir taraftarları."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder