Berlin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Berlin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Temmuz 24, 2011

Berlin'den Dönememek..

Fazla fotoğraf çekmedik Berlin'de aslında. Bencillik yaptık; ukalalık yaptık.. Gördüklerimizi kendimize sakladık ve zihnimizde yaşlanmaya, buğulanmaya bıraktık. Yine de birkaç parça (biraz klişe) fotoğraf var elimde. Belki birlikte bakarız, dedim.


Berlin'de dalgalanan son Sovyetler Birliği bayrağı bu. Berlin'in Amerikan bölgesi'nin son kontrol noktasında, Checkpoint Charlie'de, sergileniyor. Burada bir müze ve herkesin fotoğraf çektirmesi için yapılmış bir kulübe var. Her şey bir simülasyondan, gerçeğin kötü biçimde taklit edilmesinden ibaret elbette. Amerikalılar arasında çok popüler bir mekân burası. Askerlerinin nerede görev yaptığını görmek istiyorlar.


Fotoğrafı da buradayken aklımdaki bir şeyden söz edeyim. Berlin'de bazı yerlerde o kadar baskın bir anti-komünizm ve sovyet-karşıtlığı görülüyor ki... Bir ülkenin (ve bir başkentin) parçalara ayrılması ve baskı altında yıllarca yönetilmesi konusunda Sovyetler'in büyük pay sahibi olduğu ortada tabii ki. Bu nedenle de bir karşıtlık olması anlaşılabilir. Fakat özellikle turistik yerlerdeyken Amerikanlaşmanın bir tür Sovyetler birliğinden ve komünizmden kurtuluş olarak tesis edilmiş olduğu izlenimi edindim. Bana biraz rahatsız edici geldi bu durum. Yine de kentin turistik olmaktan daha uzak olan yerlerinde başka bir kültürün var olduğunu bilmek rahatlatıcı bir şey.


Burası size ne hatırlattı? İlk bakışta ne düşündünüz? Bizim binayı gördükten sonra verdiğimiz ilk tepki "Anıtkabir'e ne kadar benziyor." oldu. Sonra "Ankara'yı hatırlatıyor." dedi Bengi. O sırada Nasyonal Sosyalist hükümetin Hava Kuvvetleri Karargâhını arıyorduk. Aynı anda "Bu o galiba." cümlesi çıktı ağzımızdan. Berlin'de gördüğümüz mimarinin büyük bölümüne aykırı, insanda politik iktidarın eziciliğini çağrıştıran bu binayla ilgili tahminimiz doğru çıktı.
Fotoğrafta sütunların arasından görülen resim sosyalizmi ve bir gösteriyi konu alıyor. Tabii ki 1945 sonrası yapılmış. Bahçede de 1953'te Doğu Berlin'in özgürlüğü için yürüyen yüzlerce kişinin önünde yer alan onüç kişi için yapılmış bir anıt/havuz var. Bir hayli sığ olan havuzun dibinde yürüyüşün önden bir fotoğrafı var. Su ve ışığın bir oyunu... Siyah-beyaz fotoğraftakiler yitirilmemiş bir mücadelenin yitmiş önderleri..


Berlin Duvarı her zaman bir önceki yazıda göstermiş olduğum gibi sanatçılar tarafından ısıtılmış/insanileştirilmiş değil; yer yer soğuk ve zalim yüzünü gösteriveriyor kentin ortasında. Fotoğrafta görülen duvarın arkası, Terör Topografyası Müzesi'nin duvarı olarak kullanılıyor aynı zamanda.


Fotoğraftaki yapı Berliner Dom; bence kentin en büyük sürprizlerinden biri. Ne zaman yapılmış Berliner Dom? Şöyle bir tahmin edin..
Yanıt: 1905. Saçma değil mi?.. Alman İmparatoru Avrupa'nın diğer büyük kentlerindeki tarihi katedrallere hayran ve eski bir bina yapılmasını istiyor.. İşte karşınızda.. Bana gerçekten ilginç geldi..
KAtedralin bulunduğu yer Museuminsel (Müzeler Adası), kentten geçen Spree'nin orta yerinde bir ada ve üzerinde dört müze ile bir katedral var. Bir de büyükçe park. Lütfen çimlere basınız; oturunuz ve hiçbir şey yapmamanın tadını çıkarınız..

Not: Morrissey konserini ayrıca yazacağım. Edith'in Rock'n Coke izlenimlerini de bekliyorum merakla..

Perşembe, Temmuz 21, 2011

Berlin.. Poor but Sexy



Beş tam günlük Berlin rüyasından uyandım dün. Tam bir rüyaydı Berlin; yaşama verilen gerçek bir molaydı. Yaşamın durduğu, akmaktan vazgeçtiği veya düşünmekten taviz verilen bir seyahat/tatil değil de; daha ziyade insanların kim olduklarına bakılmaksızın yan yana durabildiklerine olan inancı tazeleyen, anlayışsızlığa ve yaşamın karşımıza çıkardığı sınırların/duvarların sonunun geleceğini söyleyen bir histi.

Beş gün boyunca adımladım Berlin'i; fazlasıyla yürüdüm. Her köşe başında bir şeylere bakmak, bir sokağın güzelliğini seyretmek, bir kalabalığı süzmek için duraksanan bir kent Berlin. Cazibeli sokaklarına ve insanlarına kapılabileceğiniz bir kent. Acıklı tarihini, duvarını, bölünmüşlüğünü bir yara izi gibi taşıyor üzerinde; ama utanç duymadan. Aksine üstesinden gelmeyi bildiği tüm bu olumsuzluklardan dersler çıkardığını gösteriyor herkese. Duvarın kalıntısı ile Nazi Hava Kuvvetleri Komutanlığı (Luftwaffe) binasının karşı karşıya durduğu cadde terör topografyası müzesine açılıyor; Hitler'in sığınağının bulunduğu sokağın köşesinde Soykırım Anıtı duruyor; 10 Mayıs 1933'te kitapların yakıldığı (Bücherverbrennung) Bebelplatz'ın zeminindeki pencereler boş kitaplıklara açılıyor ve meydanın bir tarafında Humbolt Üniversitesi'nin Hukuk Fakültesi göze çarpıyor.



Berlin'e "yoksul ama seksi" denmesinin, Berlinlilerin bundan kıvanç duymasının nedeni tüm dünyadan sanatçıların ve bohemlerin kente akın etmesi. Neredeyse hiçbir sanayi tesisine sahip olmayan ve yalnızca hizmet sektörüne dayanan Berlin'de işsizlik Almanya'nın en yüksek düzeyinde. Fakat insanlar yaşamak için buraya gelmeyi tercih ediyorlar. Evet, kimse pek de kibar değil burada; çoğunluk pek varlıklı da değil. (Turist olanlar duruşları, bakışlarıyla hemen tespit edilebiliyor bu yüzden.) Fakat insanlar buradaki birlikte yaşama deneyiminin bir parçası haline gelmişler; bunu yaratabilmişler. Sokak sanatçılarını kentin her yerinde, sokaklarda, kafelerde görmek mümkün. Spree'nin kenarında sahne kurmuş bohem bir "yaz gecesi operası" var mesela. Bunun karşısında, nehrin kenarında tango yapanlar ve onları şezlonglara kurulup şaraplarını içerek izleyenler var.

Turistiklere yönelik olan yerleri bir kenara bırakırsanız, son derece de ucuz bir kent Berlin. Gerek konaklama, gerekse yaşam masrafları Türkiye'dekinden (mesela İstanbul'dan) daha bile ucuz sayılabilir. Bu yüzden de ziyaret etmekten çekinmemek gerek Berlin'i. (Ben gitmeden önce bir hayli hesap yapmıştım mesela; ama kent bunları boşa çıkardı. İki yıldır Berlin'de yaşayan bir arkadaşımla buluşup konuştuğumda aylık 700 Euro ile Berlin'de yaşanabileceğini söyledi.) Ayak bastığınız andan itibaren sarıp kendine bağlyor sizi bu kent. Kozmopolitan, çok boyutlu bir taraf var her bir açısında.

Kısa Berlin seyahatimde Zitadella Spandau'da bir Morrissey konserine ve Humbolt Üniversitesi'de Craig Calhoun, Klaus Eder ve Michelle Lamont'un derslerine de katıldım. Bunlarla ilgili izlenimleri ilerleyen günlerde yazacağım.