Günler
öncesinden, bu hafta size bir filmden söz etmeye karar vermiştim. Perşembe günü
izlediğim bu filmi kafamda döndürüp duruyor; üzerine neler söylenebileceğini
araştırıyordum keyifle. Derken günlerden cumartesi oldu ve biraz eğlenmek
amacıyla bir film izlemeye başladım. İşte o film bugünün konusu oluverdi. Size
“3 Idiots / Üç Ahmak”tan söz etmek istiyorum bugün. Şöyle kolay izlenebilir ve
komik bir film izlemek için koltuğa oturunca, seçiminizi pantolonları dizlerine
kadar inmiş üç kafadarın afişte göründüğü filmden yana kullanıyorsunuz hemen. Ardından
da karşınıza basit, ama sapasağlam sorular soran bir komedi çıkıyor.
(Film, bu “sıkı
komedi” niteliğinin karşılığını Hindistan dışında en çok izlenen Bollywood
filmi olarak almış. Buralarda vizyona girip girmediğinden hiç haberim olmadı; ama
NY Times ve benzeri birçok yerde hakkında çok iyi değerlendirmeler yazılmış.)
Konu şu kısaca: Hindistan’daki
bir numaralı mühendislik okulunda (veya teknoloji enstitüsünde) okuyan üç
kafadar (Ranço, Farhan ve Raju), tüm güçleri ve sorularıyla gerçek biri
olabilmek için çırpınıyorlar. En büyük sorunları ise aslında mühendis olmayı
isteyip istemedikleri. Dahası okulun (ve dekanının) onların sürekli rekabet
ederek birbirinin üstüne basan itaatkâr insanlardan biri olması gerektiği
konusundaki baskılarıyla da mücadele etmeleri gerekiyor. Kafadarların öyküsünü
hem geçmişte, üniversite yıllarında hem de şimdiki zamanda geçen bir yolculukta
izliyoruz. Dolayısıyla pantolonu düşen üç salaktan ziyade, kişiliğini arayan
genç adamlarla karşı karşıya kalıyoruz.
İyi de, afişte
pantolonlar neden aşağıda? Sorunun yanıtı, “gelenek yüzünden”. Üçlünün gittikleri
mühendislik okulunun geleneği gereği, çömezler okulun ilk gününde son sınıflara
kendilerini sunuyor ve kaba etlerine birer damga yiyorlar. Geleneği olan iki
ayrı okulda uzun yılla geçiren biri olarak hiç de şaşırmadım bu sahneyi
gördüğümde. Zira ortaokulun ilk günlerinde öğlen yemek sırasının nasıl dışında
kaldığımı ve spor sahalarından nasıl hiçbir şey söylemeden çıkmak zorunda
olduğumu iyi hatırlıyorum. Üniversitenin ilk yılında da birbiriyle okulun
ortasında yastık savaşı yapan altmış-yetmiş yaş grubu insanlarla karşılaşmış,
gülerek izlemiştim. Malumunuz, tüm bunlar gelenek adına yapılıyor veya
kabulleniliyordu. Filme ilişkin bir ayrıntıyı da atlamayayım: Ranço bu
aşağılayıcı geleneğin gereğini yerine getirmeyip yaratıcı ve mühendis işi bir
çözüm buluyor. (Mühendisliğin hakkını veren Ranço kardeşimizin, derslerde de birbirinden
güzel incileri var. Özellikle mühendislere tavsiye ederim.)
Sözü fazla
uzattım aslında. Film üzerinden söylenebilecek, konuşulabilecek pek çok tema
var. Fakat ben bir noktayı fazlasıyla önemli buluyorum. Bu arkadaşlar neden
“ahmak” olarak anılıyorlar? Çünkü özgürlüklerine düşkünler ve kendi
tercihlerini yapmaya çalışmak gibi bir kaygıları var. Bu hiç kolay bir duruş
olmadığı gibi, Hindistan gibi sınıfsal ayrımların son derece keskin ve yakıcı
olduğu bir yerde tam anlamıyla bir cesaret işi. İşte bu cesaretleri (veya cesur
olma gayretleri) bizim kafadarlara “ahmak” denmesine neden oluyor; çünkü bunu
söyleyenler itaatkârlıkları ve ezberledikleri kitap cümleleri sayesinde çok
para kazanarak “adam” olacaklarını düşünüyorlar. Böyle bir normalliğin dışı ise
olsa olsa ahmaklara ait sayılır zaten.
Politika üzerine düşünen,
ama eğitim alanında çalışan biri olarak fazlasıyla etkilendiğimi ifade etmem
gerek. Zira her gün karşılaştığım öğrencilerdeki kariyer hırsı ve her şeyi not
ve dolayısıyla belgelenebilecek bir başarı için araçsallaştırabilme cüreti ve
kapasitesi öyle çarpıcı ki… Ayrıca son üç yılda ara sıra (kendi mezun olduğum
okul BAL da dâhil) çeşitli liselere gidip öğrencilerle uluslararası ilişkiler
ve siyaset bilimine ilişkin konuşmalar yapıyorum. Sorular öncelikli soru ne
kadar maaş aldığım ve hangi sıklıkla yurtdışına seyahat ettiğimle ilgili
oluyor. Öğrenciler üniversitedeki hocalardan diploma talep ediyorlar. Kısacası,
bizler onların para ve statü kazanması için kapıları tutmuş gardiyanlarız;
üniversiteler ise bu amaçlar için kurulmuş araçlar. Ne yürütülen tartışmaların,
ne üretilen ve öğretilen bilginin bir anlamı var; önemli olan çıkışta
sertifika/diploma verilip verilmediği. Bu durum birçok üniversite hocası
tarafından da normal karşılanıyor. İnsanlar buna şaşırmayı bile bir kenara
bırakmış; kanıksamışlar. Böyle bir durumda da, işleyişin sorunlarını gören ve
onu sorgulayan ve değiştirmeye çalışanları tarif edebilecek tek bir sözcük
kalıyor geriye: ahmaklık.
Bizim ahmaklar,
diğer zeki arkadaşlarından farklı olarak, kitap cümlelerini ezberlemedikleri ve
kendileriyle birlikte çevrelerini de değiştirmeye niyetli olduklarından birçok
sorunla da karşı karşıya geliyorlar doğal olarak. İçinden çıkılamaz gibi
görünen durumlarda ise Ranço’nun bir alışkanlığını birlikte tekrarlıyor,
ellerini kalplerinin üzerine koyarak “Her şey yolunda” diyorlar. (Hint
İngilizcesindeki biçimi de şöyle: “Aal Izz Well.”) Bir sorunla karşı karşıayken
her şeyin yolunda olduğunu söylemek, tam da ahmaklara özgü bir davranış gibi
görünebilir ilk bakışta. Fakat bu öyle önemli bir ritüel ki… Bir şeyler ters
giderken her şeyin yolunda olduğunu söylemek, bu sorunu görmezden gelmeyi
değil; daha ziyade o sorunun gündelik yaşamın bir parçası olduğunu kabullenmeyi
sağlıyor sanki. Sorunların üstesinden gelmek, işte böyle bir bakış açısıyla
daha da mümkün oluyor.
Başlangıçta
okulların sahip oldukları gelenekten söz etmiştim. Filmdeki mühendislik
okulunun hırslı dekanı, açılışta ahmaklıkla zekiliği tarif eden bir örnek
veriyor ve güçlüler ile zayıfları birbirinden ayırıyordu. Söz konusu zihniyet,
bu kurumun geleneği halini almıştı hâlihazırda. Ben bu örneği anlatmak yerine,
kendi öykümü anlatacağım. Siyasal’da girdiğim ilk derslerden biri Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi’ydi ve o zamanlar Faruk Alpkaya tarafından
veriliyordu. Birçok okulda korkunç bir müfredat zihniyetiyle yürütülen ve
Ermeni soykırımının inkârına odaklanan bu “YÖK dersi”, SBF’de ortaöğretimin
kötü izlerini silmenin bir aracına dönüşmüştü. Faruk Hoca derse şöyle bir
anlatı ile başlamıştı: “Arkadaşlar, sizler birer inek olarak dünyaya geldiniz.
(SBF mezunları “inek” olarak anılırlar.) Sonra okula başladınız ve sizi yavaş
yavaş birbiriyle aynı boyda sosisler haline getirdiler. Şimdi bizim işimiz,
sizleri yeniden birer inek yapmak için uğraşmak.” Yeni bir yaşamın mümkün
olduğunu düşünmeye başlamak için çok iyi bir çıkış noktası olmuştu Faruk
Hoca’nın bu konuşması. Ne kadar önemli bir iş yapmış olduğunu şimdilerde çok
daha iyi anlıyorum.
İster “ahmaklık”,
isterse de “ineklik” olarak adlandırılsın; insanın kendi yaşamına bir anlam vermesi
o yaşamın hakkını vermesi anlamına geliyor işte. Herkesin gözünü paranın ve statünün
bürüdüğü bugünlerde (Arendt böyle dönemlere “Karanlık Zamanlar’ diyor mesela; ne
de güzel söylüyor.), ahmak olmak ve kendine “her şey yolunda” diyebilmek büyük bir
ayrıcalık gibi görünüyor benim gözüme. Ne mutlu ahmak olana öyleyse; ne mutlu ahmaklığı
kendine şiar edinebilene…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder